David Cronenberg, Don DiCillo'nun romanından uyarladığı 'Cosmopolis'te, 'genç bir kapitalistin acıları'nı anlatıyor. Film, içinde bulunduğumuz gidişatın yarattığı bireyin psikolojine ilişkin bir metin sayılabilir
Cosmopolis
Yönetmen: David Cronenberg
Oyuncular: Robert Pattinson, Juliette Binoche, Sarah Gadon
Yapım: 2012- Fransa - İtalya - Kanada , 108 dk.
Modern sinemanın az sayıdaki psikanaliz uzmanlarından biri olarak David Cronenberg, ruh kadar bedene de önem vehmetmesiyle tanınır. Lakin onun meseleye yaklaşımında, örneğin ‘Rabid’, ‘The Fly’ ya da ‘Naked Lunch’ gibi yapıtları göz önünde tutulursa, ‘ruh ve beden’ bildiğimiz formların ötesindedir. 1943 doğumlu büyük usta, son dönem yapıtları ‘Şiddetin Tarihçesi’, ‘Şark Vaatleri’ ya da ‘Tehlikeli İlişki’ye bakıldığında ise fantezinin dışarıda tutulduğu, güncel sosyal meselelerle en temel insanlık durumlarının öne çıktığı hikâyelerle seyircisinin karşısına çıkmıştı. İlk olarak bu yılki Cannes’da gösterilen ‘Cosmopolis’ ise yönetmenin son dönem yapıtlarına yakın durmakla beraber ilk dönemdeki sadeliğinden ve tuhaf atmosferli bakış açısından da izler taşıyor.
‘Cosmopolis’, aslında bir edebiyat uyarlaması ve kitabı okuyanların ifadesiyle, Cronenberg el attığı metin sahibinin dünyasına sadık bir film ortaya koymuş. Uyarlamanın ne denli başarılı olduğu konusunda daha fazla bilgi için Murat Özer’in bugünkü Radikal Kitap’ta çıkan yazısına göz atabilirsiniz hatırlatmasında bulunup filme gelelim…
‘Berberimi isterim’
Önce konu: 28 yaşındaki Eric Packer, son derece zengin bir adamdır. Hayatı sürekli para ve etrafında dönen konuşmalarla doludur. Orta ölçekli bir evi andıran limuzini de bir anlamda tek sığınağıdır. Bütün işlerini orada halleder; görüşmelerini, tıbbi bakımını ve de sevişmelerini… Ama sırtını dayadığı koca servete rağmen, limuzine ve korumalarıyla tekinsiz bir coğrafyada ilerlediğine dair bir psikolojisi vardır. Nitekim sokak onun için kaotik bir ortamdır. Bir yandan başkana suikast düzenleneceğine dair haberler, öte yandan sokakları saran protestocuların varlığı ve o ortamda, genç kapitalistimiz sadece bir hedefe kilitlenir; çocukluğundan beri kendisini tıraş eden berbere giderek saçını kestirmek…
Cronenberg, Don DeLillo’nun 2003 tarihli romanını aynı adla uyarlarken zamanda kısa bir yolculuk yaparak hikâyeyi biraz da günümüze taşımış ama onun ötesinde, özellikle diyaloglar bazında sadakati üst düzeyde tutmuş. Film, ilk elde tipik bir kapitalizm eleştirisi gibi duruyor. Ama öykünün biraz daha içine girildiğinde yaşadığımız dünyanın insanları bireyci, nihilist, giderek son derece tehlikeli psikopata dönüştürdüğünün de altı çiziliyor. Packer, siyah-beyaz takım elbisesiyle ‘Rezervuar Köpekleri’ ya da ‘Matrix’ten fırlayıp gelmiş gibi ‘cool cool’ takılırken, her şey onun için alınıp satılan ve mutlaka bir değeri olan nesnelere dönüşüyor.
Evlilik yapmıştır ama karısıyla henüz yatıp yatmadığını bile anlayamıyoruz, zaten doğru dürüst bir birliktelikleri bile yoktur. Yolda giderken yandaki takside karısını görür ve kendi aracından inip taksiye binerek görüşme fırsatına kavuşur. Soğuk nevale görünümlü eşini arzular ve bu isteğini sık sık karşı tarafa bildirir. Lakin isteklerini daha çok orta yaşlı sanat danışmanı ya da koruma ekibine yeni katılmış genç bir kızla yaptığı kaçamaklarla gerçekleştirir. Bütün bu tablo içinde biz Packer’ın cinselliğe bakışında da benzer bir kafa karışıklığını ve meseleyi metalaştırma eğilimlerini görürüz. Sonlara doğru hikâyeye iştirak eden Bruno Levin ise sistem dışı bir karakter olarak kendisini tanımlamasına rağmen aslında anlarız ki onun derdi de dışlanmaktır. Ne zaman bileti kesilmiş, işte o zaman resme daha genel bakmaya başlamıştır Levin, oysa işinden olmasa sistemle ve sınıfıyla bir problemi de olmayacaktır.
Limuzinlerin gece hayatı
Bu kaotik ortamda Packer’ın üzerinde hassasiyet gösterdiği tek bir konu vardır; sahi bu limuzinler geceleri ne yapar? Sürekli bu sorunun cevabını arar genç kapitalist. Tıraş olma hadisesi ise onu çocukluğuna, şimdilerde yaşadığı bozulma öncesi masumiyet günlerine götürür. Oturur koltuğa ve babasının onu küçükken getirdiği berberde, hâlâ zaman geçirebileceğini ve bu yolla belki de bir ‘arınma’ yaşayabileceğini düşünür (muhtemelen).
Peki ya anlatım ve atmosfer? Sadelik kuşkusuz ustalıktır da. Cronenberg’in son dönem yapıtlarında bu türden bir ustalığın izlerini rahatlıkla görebilirsiniz, hoş ben Kanadalı yönetmenin her dönem yapıtlarını beğenirim ama örnek vermek gerekirse mesela ‘eXistenZ’, biraz yarımmış gibi gelir. ‘Cosmopolis’te de böylesi bir duyguya kapıldım. Elbette bu kez hissiyatım ‘yarımlık, eksiklik’ değil ama sürekli diyaloglar ve son derece ağır akan bir film, yer yer ‘sıkıcılık’ tehlikesi yaratıyor. Evet, sürekli ve kesintisiz laflamalar belki son derece içi doğru cümleler halinde önümüze geliyor ama yine de bu denli yoğunluk, bir noktadan sonra filmi özellikle fazla teatral bir hale büründürüyor.
Yeni ‘Amerikan Sapığı’
Ya oyunculuklar? Uzaktan uzağa ‘Amerikan Sapığı’nı da çağrıştıran ‘Cosmopolis’te Eric Packer’ı ‘ Alacakaranlık ’la tanınan Robert Pattinson canlandırıyor. Genç oyuncu, doğrusu rolünde sırıtmıyor hatta kendi kariyeri için de sınıf atlatan bir performans ortaya koyuyor. Filmin iki Fransızı Juliette Binoche sanat danışmanında, Mathieu Amalric de Rumen anarşist sanatçıda kısa ama öz takılıyorlar. Cronenberg’in bir önceki filmi ‘Tehlikeli İlişki’de de benzer şekilde ‘pür burjuva’ ve mükemmeliyetin içinde yeşeren bir kadın olan Emma Jung’u (Karl Gustav’ın karısı) canlandıran Sarah Gadon, Packer’ın karısı Elise’de de çok çok iyi. Samantha Morton, Packer’ın finans danışmanında, ilginç fiziği ve ses tonuyla Kevin Durand de başkoruma Torval’da ilgi çekici karakterlere imza atıyorlar. Benno Levin’de Paul Giamatti de ‘rol çalan’ bir oyunculuk ortaya koymuş.
‘Mekke’ şarkısına dikkat
Filmde en çok neyi beğendin diye sorarsanız, Somali doğumlu müzisyen K’Naan’ın, romanın yazarı Don DeLillo’yla birlikte sözlerini kaleme aldığı ‘Mecca’ (Mekke) adlı rap şarkısıydı derim. Bu şarkı nedense bana muhteşem geldi.
Sonuç? Cronenberg, bu ayki Sinema dergisindeki söyleşisinde ana karakterine ilişkin şöyle bir ifade kullanıyor: “Finans konusunda inanılmaz yetenekli ama insan ilişkileri konusunda ise son derece zayıf.” Filme bakarsak bu zayıflığın karşıtlığında ise adeta şatosu kabul ettiği limuzininden herkese biraz da böcek gözüyle bakan ama yine Cronenberg’in söylediği gibi yaptığı zalimliğin farkında olmayan bir insan var. Bu aslında günümüz modern toplumu için tipik bir ‘Kazanan’ prototipi. Cronenberg’in bu modele roman kaynaklı eleştirel bakış açısı da gayet yerinde ama film, yönetmenin kimi eski yapıtları kadar insana özel bir tat vermiyor sanki. Ama sonuçta bir Cronenberg filmi, günahları ve sevapları, eksiklikleri ve fazlalıklarıyla görülmeye değerdir…