Saturday, July 7, 2012

AFİFE JALE



AFİFE JALE 1987 Y: Şahin Kaygun, S: Nezihe Araz, Selim İleri, GY: Erdoğan Engin, Mahmut Yumuşak, M: Attila Özdemiroğlu, Çevre Düzeni: Mihri Nur, Işık: Recep Biçer, YP: Olgun F. (Olgun Eltan)

Oyuncular: Müjde Ar, Tank Tarcan, Macit Koper, Alev Sezer, Güler Ökten, İlkay Saran, Gülsen Tuncer, Reşit Gürzap, Münir Özkul, İsmet Ay, Berrin Koper, Şahika Tekand, Güzin Çorağan, Toron Karacaoğlu, Settar Yılmaz, Nezihe Becerikli, Bülent Erbaşar, Erol Durak, Tunca Yönder

Konu: Sahneye ilk çıkan müslüman kadını Afife Jale'nin gerçak yaşam öyküsü. Elize Binemeciyan gibi yabancı uyruklu kadın sanatçıların tiyatro yaptıkları Osmanlıların son döneminde, Türk kızlarının sahneye çıkması yasaktır. Ama 12 yaşındaki Afife'nin tiyatroya olan sevgisi, yıllar sonra bir tutku biçimine dönüşecek ve bu baskı döneminde her tehlikeyi göze alarak sahneye çıkacaktır. Ne var ki Afife Jale'ye babası (Macit Koper), başta olmak üzere çevresi karşı çıkar. Ziya (Tarık Tarcan) adlı gençle de ilişkisi olan Afife (Müjde Ar), bir gün kolluk kuvvetleri tarafindan sahneden indirilir. Genç kadına sorgulama sırasında hakaret edilir. Ama Afife, gene de yolundan dönmez ve dönemin ünlü tiyatro sanatçısı Burhanettin Tepsi'nin desteğiyle mesleğini sürdürmeye çalışır. Gene de önünde engeller vardır. Sevdiği genç Ziya, savaşa gidince Afife, yalnız kalır... Bu ara sürekli yapılan baskılar karşısında yataklara düşen Afife, bir doktor tarafndan morfine alıştırılır... Bir süre sonra bestekar Selahattin Pınar'la (Alev Sezer) evlenir. Bu evlilik sanatçıya mutluluk getirmez. Ve kocasına daha fazla acı vermemek için bestekardan boşanır. Ziya, savaştan dönmüş, evlenmiş ve bir kızı olmuştur. Kızının adını, unutamadığı kadının ismini koymuştur: Afife... Ve günden güne morfin batağında çırpınan genç kadın, son bir kez Ziya’yı görmeye gider. Ve yaşamı akıl hastanesinde son bulur.

Eleştiriler:

Filmin finalinde enteresan bir yaklaşımla Afife Jale'nin Cahide Sonku'ya bağlanması, Sonku'nun onun bir devamcısı gibi gösterilmesi, zikretmeye çalıştığımız "aykırı" çizginin güzel bir örneği olmuş (Coşkun Çokyiğit, Bir kurban kadın, Tercüman, 11 Mart 1988)

    Afife Jale, beyaz perdeye getilirken, en çok çekilen sıkıntı belge konusundaymış. İki tane sararmış fotoğraftan başkasını bulmak hayaL. Belgeler bulunmayınca da bir yaşamın yazılması, çekilmesi de olağanüstü çabalan gerektiriyor. Hiç kuşkusuz Nezihe Araz ile Selim İleri, bu belge açığını ustaca kapatmışlar (Doğan Hızlan, Afife Jale'nin fotoğrafı, Hürriyet, 13 Mart 1988) “ ”

    Görüntü fotoğraf açısından Şahin Kaygun'un tüm ustalığını gözler önüne seren, bu açıdan her yönüyle özenilip oya oya işlenmiş bir film Afife Jale. Ama kurgu/reji açısından zayıf, eksik, biraz acemice... Gene de Afife Jale'yi fotoğraf ustası Kaygun'un ilk yönetmenlik denemesi olarak izlenmesi gereken iyi niyetli bir "sinemaya adım atış" filmi olarak niteliyoruz (Erdal Çetin, Afife Jale, Milliyet, 25 Şubat 1988).

    "Afife Jale" tüm oyunculardan görüntü kalitesine, yönetiminden müziğine katkıda bulunan herkesin kutlanmasını gerektiren düzeyli bir çaba. Ama özellikle çok değişik bir rolde kendini yenileyen Müjde Ar'ı bence ilk kez perdede dramatik, inandırıcı bir kişilik sergilerneyi başaran Tarık Tarcan'ı ve özellikle Şahin Kaygun'u kutlamak gerekir. Kaygun'la sinemamıza "auteur" olma yolunda ilerleyecek "farklı" ve has bir sinernacının geldiğine inanıyorum. Hele ikinci filmi "Dolunay"ı da gördükten sonra (Atilla Dorsay, Önemli bir yönetmen geliyor, Cumhuriyet, 26 Şubat 1988)

    Peki hiçbir şey yok mu Afife Jale'de, seyretmeye değer,... Var tabii.. Küçük kom pozisyonlarda, bir Güler Ökten var, bir Münir Özkul var. İki gerçek virtiöz, İsmet Ay ve Toron Karacaoğlu var, vasatlıkları bile göz kamaştıran. Bir de, güzel mi güzel bir Şahika Tekand var (Orhan Alkaya, Afife Jale'nin feci akibeti, 2000 Doğru, S.: 10, 28 Şubat-5 Mart 1988).

    Bir söz de Müjde Ar üstüne. Sinemada bir cinsellik miti olarak "star" olmuştu. "Afife Jale"de cinselliğinin dışına çıkıyor ve dili siyonundaki yanlış vurgulama alşıkanlığını düzeltince ilk kez bir karakteri oynuyor. Hem de o kadar "kurt"un arasında baljB.l'1yla (İbrahim Altınsay, Hürriyet, 3 Mart 1988)


Bir itiraf: sinema eleştirmenliğinden bıktım. Bunca yıl sonra hala eski "ulusal sinema" laflarını ısıtıp ısıtıp önümüze getirenler, birkaç filmden sonra kendilerini "dahi" sanıp eleştiriye inanılmaz tepkiler gösteren cici çocuklar, sağda-solda "uluslararası eleştiri Mafyası"ndan söz eden "kerameti kendinden menkul şeyh"ler... Bu işi (bilmem nereye dek?) sürdürebiliyorsam, zaman zaman da olsa önüme (önümüze) gelen sıradışı işler sayesinde... Bir Ziya Öztan'ın "Ateşten Günler"i, bir Engin Ayça'nın "Bez Bebek"i, bir Şahin Kaygun'un "Afife Jale"si gibi filmler de olmasa.

Evet, "Afife Jale".. Üzerinde onca dedikodu duyduğumuz, bir sürü spekülasyonu konu olan, yapılalı şunca zaman olduğu halde ne Antalya'ya, ne Eczacıbaşı yarışmasına katılan, gösterirni geciken, Selim ileri'nin, Müjde Ar'ın, hatta yönetmeninin bile sahip çıkmadığı söylenen "lanetli" film... Üstelik yönetmeninin daha filmleri gösterime çıkmadan bol bol konuşması, "Kamera Arkası" programında boy göstermesi, filmlerinin önüne ardına "Bir Şahin Kaygun filmi" diye yazdırması...

Evet, "Afife Jale"... Sel gidiyor, kum kalıyor, bir kez daha... Yani filmin, yapıtın kendisi... Starı, yapımcısı, hatta yönetmeni de beğenmese, sahip çıkmasa ne yazar? Ortada güzel, çok güzel bir film var. Belki kitleleri ayağa kaldırmayacak, belki kapı pencere kırdırmıyacak, belki bir "azınlık filmi" olarak kalacak... Ama, yıllar önce bir kez daha yazmıştım, yaygın, popüler, genel geçer zevklere, onaylara karşın, "azınlık beğenisi" hakkımız "mahfuz" değil mi?

Afife Jale... "Ansiklopedilere bile girmemiş" Türk kadını, Türk tiyatrosunun adsız kahramanlarından, sahneye ilk kez (Bedia' dan bile önce) çıkmış, yürekli, sanata tutkun, ince ve kırılgan bir kadın... Tam anlamıyla bir "Belleksiz toplum" olan ve öyle de kalacağa benzeyen ülkemizde, sayısız kişilik gibi Afife Jale'yi de unutmamıza şaşılır mı? Bedia unutulmadıysa, Allah uzun ömür versin bugüne dek yaşamasına borçlu bunu... Nezihe Araz / Selim İleri ikilisi bize Afife Jale'nin trajik yaşamının dönüm noktalarını gün ışığına çıkaran, onun "acı kaderi"ni anlatan bir senaryoyla karşımıza geliyorlar. Bu iki değerli kalemden beklenebileceği üzere, Afife'nin yaşamını yalnızca bireysel bir yazgının mutsuz öyküsü olarak anlatmakla yetinmiyor, bu öykünün dönemiyle, ülkesiyle, toplumuyla ilişkili çeşitli yanlarını da ortaya koyuyorlar. Baştan sona bir Nezihe Araz araştırmacılığıyla bir Selim İleri duyarlığının sindiği, Avrupa filmleri düzeyinde bir senaryo çalışması... Ve Şahin Kaygun bu senaryoya kendi görüntü, renk, biçim dünyasını katıyor, kendi estet yanını, görsellik çabasını ekliyor. Ortaya çıkan film, "ulusal sinema" meraklıları ne der bilmem, "biraz Fransız, biraz alafranga" deyip dudak mı bükerler, son derece zevkli, estetik, kendi temposunu kurmuş, anlatımını kurmuş bir çalışma... Kısa tablolar biçiminde gelişiyor film, aşırı kamera hareketlerine, biçim oyunlarına saplanmayan, en dramatik sahneleri bile oldukça ekonomik biçimde geçiştiren, Attila Özdemiroğlu'nun bir kez daha çok başarılı ve çok iyi kullanılmış müziğinin de yardımıyla, ancak gerçekten "anahtar sahne" niteliği taşıyan sahnelerin (örneğin Dahiliye Nazırıyla ilk karşılaşma, Ziya'yla ayrılma/yıllar sonra buluşma, doktordan ilk denetimli bir üslup tutturuyor.

Elbette maddi sorunların, bütçe sınırlılıklarının özlenen kimi sahneleri yetersiz, giderek olanaksız kıldığı duyumsamyor: dış mekanlar yok denecek kadar az, tiyatro sahneleri yeterli kalabalığa, zenginliğe sahip değil, vb. Ama "Afıfe Jale", bir dönem fılmi olmanın getirdiği, kolayca kestirilebilecek sayısız zorluğa teslim olmuyor. Olanaksızlıkları bile bir üslup gereği gibi değerlendiriyor, gösterişe hiç sapmıyor, en az şeyle en çok sözü söylemeye çalışıyor.

Ve Afıfe Jale, inanılmaz derecede kederli yazgısını sonuna dek yaşıyor. Dönemin Eliza Binameciyan gibi Ermeni kökenli ünlü oyuncularımn da kışkırtmasıyla ve metresi olmayı reddettiği Dahiliye Nazırı'nın hışmıyla, Dar-ül Bedayi'den atıldığı gibi, dönemin Burhanettin (Tepsi), Şadi (Karagözoğlu), İbnürrefık Ahmet gibi özel "kumpanyaları"nda da iş bulamıyor. Cumhuriyet sonrası durum değişmiş, kadına artık birçok hak tanınır olmuştur. Ama bu kez Afıfe Jale'nin mutsuzluklarla, baskıyla, uyuşturucu ve içkiyle tahrip olmuş bedeni ve aklı, düzelecek gibi değildir. Son bir ilişki, Selahattin Pınar'la olan evliliği (sanat tarihimizin hiç bilmediğimiz, oysa son derece ilginç bir yüzü), onu bir akıl hastanesinin bakımsızlığında yok oluşa doğru gitmesini önleyemeyecektir...

"Afıfe Jale", tüm oyunculardan görüntü kalitesine, yönetiminden müziğine, katkıda bulunan herkesin kutlanmasım gerektiren düzeyli 'bir çaba. Ama özellikle çok değişik bir rolde kendini yenileyen Müjde Ar'ı, bence ilk kez perdede dramatik, inandırıcı bir kişilik sergilemeyi başaran Tarık Tarcan'ı ve özellikle Şahin Kaygun'u kutlamak gerekir. Kaygun'la sinemamıza "auteur" olma yolunda ilerleyecek "farklı" ve has bir sinemacının geldiğine inanıyorum. Hele ikinci fılmi "Dolunay"ı da gördükten sonra...

Ve Afıfe Jale'nin yazgısı, fılmde açıkça belirtildiği gibi, Cahide Sonku'nunkiyle büyük ölçüde benzeşiyor. O Cahide Sonku ki, TRT yaşam öyküsünü fılmleştirmeyi reddetmiştir. Hamasi lafların edildiği, tahta kılıçlarla uyduruk döğüşlerin yapıldığı dizilere milyarlar döktüğü halde... Oysa "Afife Jale" fılminin de anımsattığı gibi, böylesine trajik bireysel yazgılar (bir toplumda kaç tanedir ki üstelik?), aynı zamanda çok önemli ve ilginç toplumsal dönüşümlerin, değişimlerin benzersiz trajiğini de içerirler... Ama bunu kavrayacak kafada olsaydık, zaten Cahide'ler meyhane köşelerine düşer, Afife'ler, bize bir sanatçı duyarlığıyla yeniden anımsatılıncaya dek "ansiklopedilere bile giremeyecek" denli unutulurlar mıydı? (Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 336) ALINTI