“Besin denilen bir
hammaddeyi alırsınız; vücuttaki farklı makineler bunu işler; ve diğer yandan
son ürün çıkar… Bok! İnsan mükemmel bir küçük bok makinesidir. Yazık ki bu
ürünün pazarı yok. Yoksa hepimiz birer kapitalist olurduk.”
Elio Petri’nin bir
fabrika ve bu fabrikanın işçilerinden Massa ’nın
özelinde, İtalya’daki üretim sürecinin modernleşmesinin işçi sınıfı üzerindeki
etkilerini ironik bir dille ele aldığı filmi La classe operaia va in
paradiso (İşçi Sınıfı Cennete Gider, 1971) bu çarpıcı cümlelerle
başlar.
Kapitalist iş
bölümü, üretim sürecinde işçilerin her parçayı nasıl ve ne kadar süre
içerisinde üretmesi gerektiğini önceden belirlemiş ve bunun üzerinden bir ücret
sistemi geliştirmiştir; parça başı ücret. Bu sistem işçileri vasıfsızlaştırıp
birbirlerinin yerini alabilecek düzeye indirgerken, kapitalistlerin işçiler
üzerindeki denetimini güçlendirmiştir. Dolayısıyla işçi insani vasıflarından
sıyrılarak makineleşmiş, zihinsel faaliyetleri engellendiğinden mekanik
düşünmeye başlamış ve yaptığı işi sorgulamaz hale gelmiştir. Petri’nin
fabrikasında da durum bundan farklı değildir.
Parmağını
yitirmeden önce, içinde bulunduğu sisteme uyumlanmış ve yöneticileri tarafından
takdir toplayan Massa
için, yanı başındaki direnişler, sendikalıların grevleri ya da Maocu
öğrenci gruplarının eylemleri hiçbir anlam ifade etmez. Ancak istirahat
sürecinde akıl hastanesindeki eski dostu Militana’yla görüşmesi olaylara
bakışını değiştirir. Ona tam olarak ne zaman delirdiğini sorduğunda “buna
karar veren başkaları” yanıtını alır. Fabrikadaki olaylar ve grevlerden
bahsettiğinde Militana sorunun asıl çözümünün kapitalist sistemin yok
edilmesiyle mümkün olacağını söyler. Görüşme esnasında Militana’nın akıl
hastanesine yatmasına neden olan sözlerini de öğreniriz. İşverene gidip ne
üretmek için çalıştığını öğrenmek istemiştir. Sürekli aynı işi yapan (vida
sıkan, parça üreten vb.) ve bir makinenin dişlileri gibi çalışan işçiler üretim
sürecinin tamamından bihaber çalışırlar ve ne ürettiklerinin bilgisini
sorgulamazlar. Militana’nın burada yaptığı, onun diğerlerinden farklı olarak
yabancılaşmaması ve içinde bulunduğu durumu sorgulamasıdır. Akıl hastanesinde
olmasının asıl nedeni budur.
Yeniden çalışmak
üzere fabrikaya döndüğünde Massa ,
eskisi gibi hızlı çalışmaz ve bu durum eleştirildiğinde de artık patronların
cebini doldurmak için kendini zorlamayacağını belirtir. Söyledikleri üzerine
fabrikanın psikoloğuna yönlendirilen Massa ,
Militana’nın ne demek istediğini daha iyi kavrar. Fabrikada başlayan grev
hareketinde parça başı ücretlerin artırılmasını talep eden
grup ve daha radikal olan, parça başı ücrete dayanan sistemin tümden
kaldırılmasını talep eden
grup arasında radikal olan gruptan yana çıkar ve yaptığı konuşmayla herkesin
beğenisini toplar. Ancak birinci grubun talepleri kabul
edilir ve Massa
da işten çıkarılır. İşsiz kalan Massa
radikallerden yardım talep eder fakat onunla kişisel olarak değil sınıfsal
düzeyde ilgilendiklerini bildirirler.
Tüm bunların
üzerine sevgilisi tarafından da terk edilen Massa tekrar akıl hastanesindeki dostu
Militana’yla görüşür. Bu defa ondan “nerede bir duvar varsa yıkacaksın” yanıtını
alır. Bu ziyaretin ardından iyice bunalıma sürüklenen Massa evdeki bir dolu anlamsız eşyayı fark
ederek yok eder. Burada Massa’nın ilgisini çeken eşyalar arasında dört adet
çalar saat, vazolar, âşık çift biblosu, palyaço resmi, oyuncak hayvanlar
vardır. Tüm bunları incelerken ücretlerini ve kaç saatlik çalışmaya tekabül
ettiğini yineler sürekli ve tüm bunların mucidiyle bir tanışsam der. Kapitalist
sistem iş dışı yaşamı da düzenler ve sahte ihtiyaçlar yaratarak bireye tüketime
dayalı yaşam biçimini dayatır. Massa
parça başından yüksek ücret alır ancak sistem gerekli tüketim alanını yaratır
ve kendisine dönüşümü fazlasıyla sağlar. Lidia’nın Massa ’yı terk ederken “Vizon kürk
alacağım çünkü ben bunu hak ediyorum.12 yaşımdan beri çalışıyorum” demesi
de bunu doğrular nitelikteki sahnelerdendir.
Sevgilisi
Lidia’yla tekrar bir araya gelen Massa ,
sendika delegelerinden de tekrar işe alındığı haberini alır. Delegeler grevin
sonuçlandığını ve tekrar işe alındığını zafer kazanmışlar gibi anlatırlar.
Sendikanın acımasız, sömürücü, insanlıktan çıkarıcı fabrika şartlarına isyan
ettiği için işten atılan bir işçinin yine aynı şartlarda çalışmaya geri
dönmesini zafer olarak algılaması oldukça ironiktir.
Filmin sonunda Massa ’yı ve diğer
işçileri montaj bandı etrafında görürüz. İşçiler sıra kendilerine geldiğinde
tıpkı bir makine gibi sürekli olarak aynı işi yaparlar. Bu sırada Massa fabrikanın sağır
edici gürültüsünde yanındaki işçiye gördüğü bir düşü anlatır; düşünde
cennettedir. Kulaktan kulağa yayılan düşü merak eden işçiler “ben de orada mıydım”, “ne
yapıyorduk” diye sorarlar. Ne yaptıklarını öğrenemeyiz. Cevabı duymadan kamera,
montaj hattı boyunca ilerler ve bitmiş ürünü göreceğimizi umarken görüntü
donar. Petri bizi aklımızı kurcalayan şu sorularla baş başa bırakır. İşçi
sınıfının cennetine ulaşması, bitmiş ürünün bilgisine ulaşmasıyla mı mümkün
olacaktı? Yoksa Militana’nın söylediği gibi bireyin özgünlüğüne, toplumsal yaşamına,
zihinlere kadar gelip dayatılan duvarların yıkılmasıyla mı?
1972 yılında
Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ile dönen film, sosyalizm propagandası
yaptığı gerekçesiyle bir dönem yasaklanmıştır.