Alman yapımı Edukators ve Şili yapımı Arkadaşım Machuca
sinemanın siyasete, tarihe, akla ve duygulara farklı bir şekilde bakabileceğini
kanıtlıyor. Kameralar unutmamış: Hala sınıflar vardır ve ticari sinemalarda
gösterilmeyenler işte böyle sergilenir!
Ragıp
Duranİstanbul - BİA Haber Merkezi05 Mart 2005, Cumartesi 00:00
Yurtdışında önce kitapçılar gezilir, ardından Türkiye'ye
gelme ihtimali zayıf filmlerin oynadığı sinemalara gidilir. Geçenlerde
Paris'te, haftalık programlara şöyle bir gözatıp, sinema salonları önündeki
afişleri de yorumladıktan sonra peşpeşe iki akşam daldık iki karanlık ama rahat
salona.
Aslında iki filmin bir sürü ortak yanı var. Birisi bugünkü
Berlin'de ötekisi 1973'de Şili'nin başkenti Santiago'da geçse de. Öyküler,
mekanlar, kahramanlar, senaryoyu işleme tarzları farklı da olsa, galiba aynı
dünyayı yaratıp izleyiciyi düşünmeye, tartışmaya çağırıyor: Egemenlere
karşı ne yapmalıyız? Nasıl yapmalıyız? Mevcut sevimsiz dünyayı nasıl
değiştirebiliriz? Nasıl mesut mutlu olunur hep birlikte?
Her iki film de bu sorulara kıyak yanıtlar öneriyor.
Burjuvalara korku salmak
Jan'la Peter iki fırlama Alman genci. İşsiz gibi, biri
ideolojik öteki daha "cool" takılıyor. Anarşist ama doğal yani
kendiliğinden anarşist, öyle aktivist filan değil.
Berlin gibi zengin bir kentte yoksul genç olmak yaratıcılığı
kışkırtıyor. Jan'la Peter
kendilerine "Edukators" (Eğitimci) nick name'ini uygun
görmüşler."Kapitalizm kapitalizmi yendi, şimdi artık kendi kendini
mahvedebilir"tahlilinden yola çıkan gençler, her gece, zengin semtlerdeki
evlere girip, bir tek şey çalmadan, evi eh işte biraz "ayıklıyorlar"
yani alt-üst ediyorlar.
Önce güvenlik alarmları nötralize ediliyor, villaya
giriliyor, taşımacılık ustaları kadar becerikli gençler, kanepeleri,
koltukları, büfelerdeki değerli eşyaları filan toplayıp bir tür post-modern
"İnstallation" yaratıyorlar salonun orta yerinde. Sanki bir
Kızılderili çadırı, pahalı elektronik aletler buzdolabına konuyor, her şeyin
yeri değiştiriliyor, düzen, kelimenin gerçek anlamıyla mahvoluyor. Edukators,
girdikleri eve bir de mesaj bırakıyor: "Besili inek yılları artık geride
kaldı!"
Tatilden ya da işten dönen zengin burjuvalar evlerini bu
yeni haliyle gördüklerinde, eh biraz fena oluyorlar yani, ayılma-bayılma
durumları, mülkiyete düşkünlüğün fiyaskosu, esas olarak da bir korku.
"Güvenlik yok mu yahu bu memlekette? Polis nerede?" gibi çığlıklar
atıyorlar içlerinden. Hele bir de evden hiç bir şey çalınmadığını görünce,
yürekleri ve beyinleri tamamen korkunun işgali altına giriyor.
Gelelim şimdi anarşist gençler cenahına: "Bazı işlere
kadın karıştırmayacaksın" derler, maço bir sözdür herhalde ama kimi zaman
da doğru çıkar. Jan'la Peter Jule'e rastlıyor, Jule de üçlüye katılıyor. Kah
Jan'a kah Peter'e aşık olma durumları ki, çok sade, çok saf, çok temiz bir aşk
gençlerin arasındaki. Kıskançlık doğululara has bir haslet değil tabi... Filmin
ikinci teması bu "Ménage à trois".
Jule'nin katıldığı ilk eylemde, burjuvalara korku salmanın
ötesinde, havuz keyfi, mahzenden şarap yudumlamak gibi Julevari katkılar
neticesinde, villanın sahibine yakalanıyorlar. İşte burada devreye öykünün
dördüncü kahramanı giriyor ki, 68 kuşağından ama bugün zengin bir iş adamı
olmuş rehine. Üçlü çete, eski 68'liyi dağa kaçırıyor ve orada bir süre birlikte
geçiriyorlar.
Eski 68'li başlıyor nutuk atmaya: "Ben de sizin
yaşınızda sizin gibiydim. Eylemlere, örgütlere katıldım. Ama işte sonra
evlenme, çoluk-çocuk, iş-güç derken bıraktık bu işleri"... Çoğumuzun
bildiği paslı, gayri samimi "good old days" muhabbeti. Anarşist
gençler ilk başta direniyor, siyasi-ideolojik-fikri olarak karşı çıkıyor bu
gevezeliklere. Oldukça zayıf gerekçelerle... Çünkü eski 68'li yeni kurnaz iş
adamı uyanık, zeki ve kendi düzenini nasıl savunacağını çok iyi biliyor,
gençler ise daha radikal ama temelsiz... Ama sonra beraber kağıt oynuyorlar,
yemek pişiriyorlar filan, neredeyse bir komün hayatı.
Eski 68'li bu arada üçlü çetenin içsel aşki çelişkilerini
körüklüyor, kışkırtıyor. E bu arada villadaki hanım, temizlikçi kadın, iş-güç
aksamaya başlıyor. "Bırakın beni, sizi polise şikayet etmeyeceğim, ayrıca
kiracım Jule'ün borcunu da sileceğim" diyor. Neyse, gençler adama inanıyor
ve rehineyi villasının önüne getirip bırakıyorlar, oradan da ayrılıyor.
Son sahne müthiş: Eski 68'li takım elbiselerini giymiş lüks
bir arabanın içinde beklerken, Robocop kılıklı anti-terör polisleri gençlerin
evine baskın düzenlemeye hazırlanıyor. Polisler eve dalıyor, neyse ki evde
kimse yok, ev bomboş, duvarda bir yazı: "Bazı insanlar hiç değişmez!".
Alman, Fransız ve İngiliz eleştirmenler filmi genel olarak
olumlu karşıladı. Ancak her seferinde "Bu gençlerin yaptıklarını onaylamak
mümkün değil ama militan olmadan bir siyasi film üstelik de fonda hoş bir aşk
öyküsü" gibi değerlendirmeler yapıldı. Gençlerin bu filmi izlemesi,
sinema-siyaset hatta kendi anne-babalarının ve ülkelerinin yakın geçmişi
hakkında da düşünmeleri tavsiye edildi.
Dikkat çeken bir nokta da, filmin, toprağı bol olsun
gitarist Jeff Buckley'in"Hallelujah" (Leonard Cohen) parçasıyla
son bulması. Anarşist gençlerden birini, "Elveda Lenin"de de boy
gösteren Alman sinemasının yeni jönü Daniel Brühl canlandırıyor.
Allende ilk Pinochet
İkinci önemli film Şili-İspanya-Fransa-İngiltere ortak
yapımı, yönetmeni Şilili 1965 doğumlu Andres Wood. 1973 Pinochet darbesi
sırasında ortaokulda olan Wood, biraz da özyaşamöyküsünü aktarmış filmine:
11 yaşındaki iki çocuk, zengin ailenin sevimli veledi
Gonzalo ile gecekondu çocuğu Pedro Machuca, Rahip Mac Enroe'nun (Kurtuluş
Teolojisi taraftarı olsa gerek) girişimiyle özel İngiliz Katolik kolejinde
sınıf arkadaşı oluyor. İki çocuk, iki sınıfın gözlükleriyle Allende ve
Pinochet'ye bakıyor filmde.
Olağanüstü bir dostluk ve çelişki öyküsü. Pinochet yanlısı
Santiagolu burjuva kadınların protesto yürüyüşü de var, Allende taraftarı
gençlerin gösterisi de. Çocukların ilk aşkları, ilk kavgaları, zıt kutuplara
benzer ya da karşıt bakış ve diyalogları da... Neredeyse bir belgesel tadında.
Film 11 Eylül günü sona eriyor.
Tabi ki kanlı, tabi ki yenilgi ve çaresizlik... Ama sinema
dünyası, sağlam siyasi-ideolojik temele oturan bu çalışmayı "güçlü, akıllı
ve heyecanlı" diye niteledi. "Şili'nin
Truffaut'su" gibi cilalı sözler edenler de var. O, 400 Darbe'den
sözetmişti, Wood belki de 4000 darbeyi betimliyor. "Sonu ağlatsa da
başarılı bir siyasi kurgu" filmi.
Film boyunca Gonzalo'nun Pedrolaşma süreci anlatılıyor
sanki. Çocukların, yetişkinlerin dünyasına bakışını, kavrayışını ve
yorumlayışını izlerken, izleyici kaçınılmaz olarak kendi geçmişine dönüyor çoğu
zaman. 12 Mart'ta ortaokulda olanlar ya da 12 Eylül'de ilkokulda olanlar
"A bizde de olmuştu aynısı" diyor içlerinden.
Her iki film de meseleye aynı açıdan, aynı perspektiften
bakıyor. Militan ya da didaktik değil ama klasik anlamda dram da yok. Gerçekçi,
üstelik de sosyalist gerçekçi değil. Öykülerin içeriği ile filmin biçemi
arasındaki koşutluklar, her iki filmi de belki heyecan ve duygusallıkla
izlemeye yöneltiyor ama bilhassa Wood'un başarılı yönetmenliği bir yaşamöyküsü
değil bir yaşamöyküsünün filmi karşısında olduğunu hatırlatıyor izleyiciye.
Siyasi sinemanın ustalarından Costa Gavras, bir özel
görüşmemizde,"Siyasi sinema yapmak ne sadece siyaset yapmak ne de film
yapmaktır" demişti. Edukators'un yönetmeni Hans Weingartner ile
Arkadaşım Machuca'nın yönetmeni Andres Wood sinemada siyaset yapmışlar ya da
siyaseti sinemayla yapmışlar. Ellerine, akıllarına, gönüllerine sağlık...
(SON/RD)